Lütfen web tarayıcınızın Javascript desteğini aktif ediniz!

Neden kendimiz olmakta zorlanıyoruz?

“Kendimiz olmanın” kişisel mutluluğun anahtarlarından biri olduğu genel olarak kabul edildi. Bu ayrıca işyerinde, evde ve kendi kişisel yaşamlarımızda etkili olmanın da sırrıdır.
Neden kendimiz olmakta zorlanıyoruz?

“Kendimiz olmanın” kişisel mutluluğun anahtarlarından biri olduğu genel olarak kabul edildi. Bu ayrıca işyerinde, evde ve kendi kişisel yaşamlarımızda etkili olmanın da sırrıdır. Bu yazıda, neden “kendiniz olmanın” her zamankinden daha zor olduğuyla ilgili beş neden sıraladım. Bu beş nedeni anlamak bize “Neden durumum bu kadar iyiyken, ben kendimi zavallı gibi hissediyorum” ikilemiyle baş etmemize yardımcı olacak. Bu beş neden işin ve toplumun getirdiği baskılarla bir araya gelir ve kendi kimliğimizi baltalar. Kendi kimliğimiz konusunda net olmazsak, tam anlamıyla hakiki olmak için gerekli kaynağı yitiririz. O zaman başlayalım…

1. Neden: İş-yaşam dengesinin kaybolması
Basitçe ortaya koymak gerekirse, birçok çalışan insan için iş yaşamının nerede bitip nerede ev hayatının başladığı belirsizdir. Bundan daha fazlası, iş, artan bir şekilde birçok insanın hayatını hakimiyeti altına alıyor ve yarı zamanlı işler bile tam zamanlı gibi görünüyor. Bunun için birçok neden var.

Öncelikle, işin küreselleşmesi, diğer ülkelerdeki farklı saat dilimlerinde çalışan insanlarla ofis saatleri dışında konuşma zorunluluğunu beraberinde getiriyor. İkincisi, ekonomik sistemin getirdiği artan baskı, daha uzun çalışma saatleri ve işsizlik korkusunu beraberinde getiriyor. Üçüncüsü, teknolojinin gelişmesiyle beraber ofisi terk ettiğiniz zaman bile işi arkanızda bırakamıyorsunuz.

Bu kişisel yaşamlarımıza büyük bir baskı yüklemekle beraber aynı zamanda kimliğimizin işimize bağlı olmasıyla da sonuçlanıyor. Sonuçta zamanınızın ve dikkatinizin odaklandığı yer orası.

2. Neden: İşteki kişisel kimlik kaybı
İki kritik açıdan, geçtiğimiz 50 yıl içinde gerçekleşen iş gelişmeleri nedeniyle kişisel kimliklerimizden ödün verildi. Birincisi, tüm yaşam süren işin ölümüne tanık olduk. Tarihsel olarak kimliğimizin işten geldiğini düşünürsek, bu iyi bir şey değil. Ailenizin ya da büyük anne babanızın kendilerini “Ben mühendisim” “Şu okulda çalışan bir öğretmenim” ya da “Tesisatçıyım” diye tanımladıklarını hatırlayabilirsiniz. Meslekleri her neyse, onların kişisel kimliklerinin büyük bir parçasıydı ve biz daha fazla buna tutunamıyoruz. Bu ekonomik kriz döneminde milyonlarca finansal servis ve kamu çalışanı bu gerçeği keşfediyor.
Kişisel kimliklerin baltalandığı ikinci yol ise daha hemen göze çarpmayan türden ve muhtemelen kasıtsız. Elli yıl önce, işte bulunmak ve o günün işini yapmak için size para veriliyordu. Ne düşündüğünüzün, ne söylediğiniz pek bir önemi yoktu. Ancak bu değişti, şimdi insanlar düşünmeleri için para ödeniyor ve şirketler insanlardan belli şekillerde düşünmesini bekliyor. Sadece bu da değil, şirketlerin kurumsal değerleri sağlamak için tüm çalışanlardan benimsemesini istedikleri de kişisel kimliğimiz üzerine daha fazla baskı yapıyor. Sonuçta, tüm dikkatimizi kurumsal değerlere verirsek, kendi bakış açımızı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırız.

3. Neden: Ailenin ve toplumun dağılması
1960’larda, aile modeli daha açıktı. Bir aileye doğardınız ve aile üyeleri birbiriyle sıkı bağlar içindeydiler, çoğu zaman komşularla da iç içe olunurdu. Çocukluk arkadaşlarınız bütün hayatınız boyunca arkadaşınız olarak kalırdı ve çoğu zaman onlarla birlikte çalışırdınız. Bugünlerde işler pek öyle değil. Aileler parçalandı; anne ve baba çoğu zaman çocuk yetişkin olmadan boşanmış oluyor, aile üyeleri uzaklara taşınıyor. Arkadaşlar birbirlerinden uzaklaşıyor.
kimlik

Bu birçok insan için eskiden olduğu gibi kimliğin aileden ya da içinde yaşanılan topluluktan gelmediğini gösteriyor. Aile köklerini izini sürmeye çalışma salgınının yaşanmasına şaşmamak lazım. Eski arkadaşlarınızla yeniden bağlantı kurmanızı sağlayan internet sitelerine de öyle. Bunlar kişisel kimliğimizin kayboluşuna verdiğimiz tepkilerdir.

4. Neden: Uyumlu olma baskısı
İş yaşamı söz konusu olduğundan uyumlu olma baskısı açık. Üstelik toplumdaki gençlik yıllarından itibaren uyumlu olma baskısı da giderek artıyor. Moda, halihazırda birçoğumuzda olan diğerlerine uyum sağlama konusundaki doğal isteğimize katkıda bulunuyor. Böylece kime uyum sağlamak istiyorsak onunla aynı kıyafetleri giyiyor, aynı müziği dinliyor ve aynı makyajı yapıyoruz. Üstelik reklamın gücü daha iyi gizlendiğinden, kişisel kimliğimizi nasıl gasp ettiğini fark etmiyoruz bile. Kullandığımız telefondan sürdüğümüz arabaya kadar her şey hatta sahip olduğumuz arkadaşlarımız bile bundan nasibini alıyor.

Kimliğimizden ödün vermemize neden olan reklamlar, aynı zamanda kendi kimliğimizi inşa konusunda da tehdit oluşturuyor.

5. Neden: Anında mutluluk propagandası
Hadi bana öyle bir reklam gösterin ki ürünü satın aldığımızda bir şekilde daha mutlu olacağımızı ya da daha az mutsuz olacağımızı vaat etmesin. Anında hazzın egemen olduğu, hemen sahip olmanın mutluluğun anahtarı olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Batı kapitalizmi büyük oranda “daha fazla refah, maaş zamları, promosyonlar ve daha uzun süren tatiller” söylemine dayanıyor. Toplum, “ona sahip olursam mutlu olacağım” varsayımının üzerine inşa edilmiş. “O” şey her ne olursa olsun. Sonra onu elde edince neden mutlu olmadığımızı merak ediyoruz.
Elbette, mutluluğun insanın içinden gelmesi gerektiği çok açık. Ancak kimse bu gerçeği kabul ederek para kazanamıyor ve mutluluğumuz başka şeyleri elde etme şartına bağlanmış oluyor.
İşte sonuca ulaştınız. Kimliğimizle bağımızı giderek koparan beş nedeni gördünüz. Kendi kimliğimiz olmadan inanılmaz derecede mutsuz oluyoruz. İngiltere’de artık doktordan daha fazla ruhsal iyileştiricilerin olduğunu keşfetmek şaşırtıcı değil. Her şeyden önce ruhlarımızın bu kadar görünür bir şekilde sağlıksız olduğunu görüp de vücutlarımızın sağlıklı olmasını nasıl bekleyebiliriz?

Sağlığın ilk adımı problemi kabul etmekten geçiyor. Örneğin “Bir alkolik olduğumu kabul ediyorum.” demelisiniz. İkinci adım ise mevcut durumu oluşturan bazı nedenleri anlamaktan geçiyor ve bu makale umarım bu konuyu biraz aydınlatabilmiştir/p>

Yazan: Mark Eyre

SON BLOGLAR