Lütfen web tarayıcınızın Javascript desteğini aktif ediniz!

İnsan ve doğa arasındaki ilişki

İnsanın yaşam süreciyle doğadaki olayların işleyişinde, iç içe geçmişlik veya birçoğunda paralellik söz konusudur.
İnsan ve doğa arasındaki ilişki

Bu itibarla doğanın bir parçası olduğu apaçık ortada olan insan, doğa olaylarını gözlemlemek suretiyle kendi yaşamıyla ilgili bazı önemli ipuçlarını yakalayabilmektedir.

Bu ipuçlarından örnek vermek gerekirse;
 
Aynı kimyasal özelliklere sahip iki farklı maden olan kömür ve elmasın hikâyesi dikkat çekicidir. Birisi sıradan bir maden olarak anılmasına rağmen diğeri paha biçilmez bir pırlantaya dönüşmektedir.
 
İlgili uzmanlarca, karbon elementi olan kömürün, bitkiler öldükten sonra çok miktarda organik kökenli maddenin belirli bir ısı ve nem altında kimyasal dönüşüme uğraması sonucunda oluştuğu söylenmektedir. İçindeki karbon yüzdesinin büyüklüğü oranında da değer kazandığı ifade edilmektedir.
 
Bilinen en sert maden olan elmasın, yüksek basınç ve yüksek sıcaklık şartları altında karbonun şekil alması ile oluştuğu ve yaklaşık 2400°C sıcaklıkta ve 50000 kg/cm2 büyüklüğünde bir basınç altında meydana geldiği belirtilmektedir.
 
Bu yüksek basınç değerinin, Paris teki Eyfel Kulesi ağırlığının (9441 ton) 12 cm² bir alana uyguladığı basınca benzetilmektedir. Böylesine ağır koşullar altında oluşan bu elmas madeni, işlenmek suretiyle de pırlantaya dönüştürülmektedir.
 
Eşsiz ve çok değerli olan pırlanta ise, sadece günümüzde değil yüzyıllarca gücü ve aşkı simgelemek için kullanılmış, bunun dışında ki hiçbir mücevher, duyguları ve yaşamın önemli anlarını pırlanta kadar simgeleştirmemiştir.
 
Burada asıl olan, benzer karbon yapısındaki iki madenden birisinin sıradan diğerinin ise çok değerli olmasının altındaki nedenlerdir. Bu nedenler kömür madenin oluştuğu ortamla elmasın oluşum ortamı arasındaki farklar olmakta, elması değerli kılan özelliğinin çok ağır koşullar altında meydana gelmesi olmaktadır.
 
Doğadaki benzeri örnekler çoğaltılabilir ama ağır yaşam ortamının bazı durumlarda ne kadar değerli sonuç verdiği üzerinde durmak gerekir. Zira ticari, siyasi, sosyal ve diğer alanlarda ki büyük başarıların kökenleri irdelendiğinde, zor koşulların varlığını görmek mümkündür.
 
Bir başka noktadan beyin başta olmak üzere vücudun diğer uzuvlarını baskı altına alan ağır koşullardan stres, öfke ve benzeri durumlar iyi yönetilebilirse, dayanım arttırılıp direnç yükseltilirse ortaya çıkacak sonuç çok faydalı olabilmektedir.
 
Dolayısıyla, öfkenin ve stresin psikolojik ve bedensel zararları büyük olsa da, bu ruh halinde açığa çıkan gücün önemli olduğu, beynin ve bedenin aşırı yüklenerek adrenalin yükselmesinin olağanüstü başarılara ve buluşlara yol açtığı da bilinmektedir.
 
Sosyal ve ekonomik yaşamda olağanüstü etki yapan birçok fikrin veya buluşun yine ağır koşullar altında ortaya çıktığı ve şekillendiği söylenmektedir.
 
Diğer açıdan, kızgınlığın ve öfkenin saldırılara dur dediği, tacizleri önlediği ve istemediğimiz bir şeyin yaptırılmasına engel olduğu da ilave düşünce olarak ifade edilebilir.
 
Bu bilgiler ışığında öfke ve stres hal durumu, aslında kontrol edilmesi gereken bir enerji konumudur. Enerji kontrol edilebildiğinde verimli bir güce aksi durumunda da yıkıcı ve tahrip edici bir şekle dönüşebilmektedir.
 
Kaldı ki ağır koşullar, tasavvuf felsefesinde çile olarak isimlendirilmekte ve bireyin olgunlaşması için zorunlu kılınmaktadır.
Büyük düşünürlerden Mevlana Mesnevisinde, insanın adeta pırlantaya dönüşebilmesi için gerekli olan ağır koşulları tarif ederken gamdan bahsetmekte ve “ Gam bir hazinedir”. “Senin zahmet ve meşakkat çekişinse maden....(Mesnevi III:510).” Demektedir.
 
Devamında ise; “Sen ona bol bol acı ve keskin ilaçları sür de: o, güzelleşip, temizlenip, kıymetlensin (Mesnevi IV:105). “Demek suretiyle de beden ve zihni zorlayan şartların ruhsal olgunluğun gereği olduğunu belirtmektedir.
 
Sonuç olarak; kömürün pırlantaya dönüşüm öyküsü, bireyin bilgeliği ve pozitif yaşamı açısından dikkat çekicidir. Öyle ki, çok ağır ekonomik ve sosyal şartlar altında yaşamını sürdürmeye çalışan kişi, bu koşulları bir kazanç olarak değerlendirip yaşamında önemli kazanımlar elde etmesinde fırsata çevirebilir.
 
Ağır koşullar bir tehdit veya dezavantaj olarak görülse de yukarıda açıklanmaya çalışıldığı gibi aslında bir fırsata ve avantaja da dönüşebilir. Yaşamın olumsuzluklarından yılmayarak üstüne gitmek, içerideki ışık yanıyorsa dışarıdaki karanlıktan korkulmaz ilkesi gereğince, karşımıza çıkacak olan zorluklardan yılmamak önemli insani özelliğimiz olmaktadır.
 
 
Dr. Necmettin KARAKUŞ

SON BLOGLAR